28 Ağustos 2007 Salı

*FOSİLBİLİMİN KİNG KONG İLE İLK KARŞILAŞMASI

Zühtü BAYAR
Bilimge(*) sinemasının çok bilinen ve klasik temalarından birini oluşturan: Dev yaratıklar bahsi, 1933 yılında Merian C. Cooper ile E.Ernest B. Shoedsack ikilisin ilk yaptıkları King Kong filmiyle o tarihten beri bilimgesel gündemde kalmayı başardı. Filmin kazandığı büyük başarının yankıları 1976'lara kadar sürdü. Bu tarihte yazar Delos W. Lovelace, yapımından nerdeyse yarım yüz yıl sonra Edgar Wallace ile Merian C.Cooper ikilisinin temel fikrini oluturdukları King Kong efsanesini romanlaştırarak Amerika'da yayınladı. Ancak King Kong efsanesi bununla sınırılı kalmadı ve yankıları tâ günümüze kadar sürüp, geldi. "Dünyanın VIII. Harikası" olarak duyurulan ilk King Kong filminden sonra, biri de belgesel olmak üzre bugüne kadar yapılan filmlerin sayısı ise bir hayli şaşırtıcı: King Kong (1933), Son of Kong (Kong'un Oğlu-1933), Mighty Joe Young (Muhteşem Genç Joe-1949), Konga (1961), King Kong Escapes (King Kong Kaçıyor / Canavarların Gazabı-1960) A.P.E. (Maymun-1976), Queen Kong (Kraliçe Kong-1977), King Kong Lives (King Kong Yaşıyor-1986) Behind the Scenes with King Kong Special Effects (King Kong'la Sahne Arkası Özel Efektler-1990), The Mighty Kong (Görkemli Kong-1998), Mighty Joe Young (Muhteşem Genç Joe-Yeniden Çevrim-1998) ve ilk King Kong filminin sinopsisine sadık kalınarak yapılan yeni versiyon: King Kong (2005) (1).

Daha önce Yüzüklerin Efendisi gibi bir zevzekliğe imza atmış ve Akademi Ödülünü kazanmış olan Peter Jackson adlı yönetmen, bilim karşıtı bir kurgu ve safsatadan ibaret olan bu filmle aklı başında çevrelerde yarattığı olumsuz imajı silmek istemiş olamalı ki, bu kez yanına Jan Blenkin ve Carolyne Cunnningham adlı iki film yapımcısını da alarak Cooper ile Wallace'ın 1933'teki başyapıtıları King Kong'a geri dönmüş. Aralık 2005'te gösterime girmiş olan film, çağdaş sinema teknolojisinin hemen bütün yeniliklerini taşıydu. Ama bu filmde hayal edilen dev gorilin bilimsel var oluş koşullarının incelemesine geçmeden önce, filmin temasına kısaca bir göz atıp, psiko-seksüel önemini tekrar vurgulayalım.

GORİL KIZI ŞEY YAPMAK İSTİYOR!
King Kong 1932 yapımı bir film olmasına rağmen ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'ye getirilerek, Türkiye sinemalarında gösterilebildi. Son yıllarda teknolojinin yeni sunduğu olanaklarla filmin renki bir versiyonu da elde edilmiş olup, zaman zaman Türkiye televizyonlarında seyirciye sunulmaktadır. King Kong'un bugüne kadar en az üç sinema kuşağını derinlemesine etkilediği, sonraki yıllarda yapılan filmlerde King Kong trüklerinin daha da zenginleşmiş olarak kullanılıyor olmasından anlaşılmaktadır. King Kong'un 1976'da yayınlanan romanı ise okura şu sözlerle sunulur; "The classic story of man and beast that has, and will continue to inspire awe and terror, pity and love, in generation after generation of readers. / İnsanoğlu ile hayvan arasındaki eski masallar, kuşaklar boyu okurlara korku ve dehşeti, sevgi ve merhameti esinlemeyi sürdürecektir."

Roman ya da film; bu cümle King Kong efsânesinin bütün özünü yansıtır. Fanatik ve platonik âşık King Kong'un libidosundan taşan erotik arzular, her ne kadar sinematografik estetiğin kılıfıyla gizlenmeye çalışılsa da; bu film, libidonun vahşi istekleri karşısında dehşete düşen selim zevkli bir sanatçı ya da seyirci için kaçınılmaz bir yüksek sublimation'dur. Filmin cinsel mesajı, çocuk yaşlardaki seyirciler tarafından bile kolaylıkla sezilebilmiş ya da anlaşılabilmiştir. (King Kong'u, ellili yılların başlarında Samatya Şen Sineması'nda ilk kez seyrettiğim zaman on-onbir yaşlarımdaydım. Sinema çıkışında yaşıtım bir oğlan çocuğunun arkadaşına heyecanla: "Goril, kızı şey yapmak istiyor," dediğini anımsıyorum.) Filmin hâlâ eksilmeyen bir ilgiyle dünya televizyonlarında zaman zaman gösteriliyor olması ise eski sinemacı kuşağın, maket ve stop-motion tekniğiyle yarattığı büyülü dünyanın, günümüz bilgisayar animasyon tekniğini kullananrak bu tür özel efektler yaratanların ürünlerinden daha kötü olmadığını göstermesinin kanıtıdır. Eski sinema ustalarının; kereste, kontrplak, kumaş ve boyadan oluşan maket kuklaları, mekanik bir biçimde canlandran basit tekniklerini günümüz bilgisayar yaratımlı sinema dünyasıyla karşılaştırdığımızda ise eskilere karşı duyduğumuz saygı bir kat daha çoğalıyor." (2)

DEV BİR GORİLİN BİLİMSEL OLASILIKLARI
Bu yazının amacı, King Kong (2005) 'un sinematografik değerini ortaya koymak değil, bilimsel açıdan böylesine cesîm ve ağır bir yaratığın gerçek yaşamda olası olup olmadığını tartışmak ve bu konudaki buluş ve belgelerin bir kaçından söz açmaktır. Biyolojik olarak kütlesel büyümenin de belirli limitleri vardır ve kütlesel büyüme, ister Dünya'da isterse varsayımsal olarak başka bir gezegende ya da boşlukta olsun, aslında her şey gibi evrenin genel varoluş yasaları içinde yer alır. Biyolojik olmayan, astrofiziksel bir örnek de vermek gerekirse; örneğin, yıldızların yoğunlaşmaları belirli bir dereceye kadardır. Bu derece aşılınca, önce nova dönemi ve daha sonra da içe çöküş başlar. Ve sonunda çağdaş astrofiziğin bir teori olarak ileri sürdüğü ve Stephan Hawking'in açıklamalarından sonra da geniş ölçüde kabul gördüğü kara delik ya da ufuk olayı-event horizon başlar.

Uzayda, çekimsiz ya da düşük çekimli bir ortamda, uzay adamlarının iskelet ve kaslarında oluşan fizyolojik değişimler, uzay araştımacıları ve uzay tıbbiyecileri için son otuz yılın en büyük sorunlarından birini oluşturur. Son yıllarda, çekimsiz ortamın uzayda, uzay adamlarının kemiklerini azıcık uzatıp, incelttiği ama kaslarını da belirgin bir biçimde erittiği saptandı. Mars Quest adı verilen, Kızıl Gezegen'e yapılacak bir yolculuğun uygulamalı hazırlıkları içinde bulunan NASA bu sorunu; uzayda, uzay adamlarının yapacakları sportif hareketler, masajlar ve özel birtakım kemoterapik tedavilerle çözümleye çalışıyorlar. Bu konu, uzay biliminin konusu olmadan çok önceleri bilimgenin konusuydu ve insonoğlu uzaya açılmadan çok daha önceleri bilimge edebiyatının ünlü yazarları, ağırlıksız ortamda uzun süre yaşayan memelilerde oluşabilcek değişimleri yapıtlarında düşleyip, kurgulamış ve tüm ayrıntılarıya betimlemişlerdi. Bilimge edebiyatında kendine özgü üslûb ve linguistik fantazyalarıyla insanın iç dünyasına eğilmeyi yazarlık kariyerinin belirgin bir özelliği haline getiren Polonyalı bilimge yazarı Stanislaw Lem (doğ,1921); Return from the Stars (Yıldızlardan Dönüş) adlı romanında, uzayda uzun süre kaldıktan sonra, devleşmiş vücut yapısıyla dünyaya dönen bir yıldızadamının öyküsünü anlatır. Romanın kahramanı, Dünya'ya döndükten sonra uzun süren bir uyumsuzluk dönemi yaşar. Lem, ayrıca bu romanında Einstein'ın, uzayda zaman boyutunun farkedilecek bir biçimde değişikliğe uğrayacağı yolundaki tezini de destekler. Roman kahramanı; aradan geçen onca yıl sonra, iri vücut yapısı, uzun boyu ve uzayda geçirdiği büyük yalnızlık döneminden sonra Dünya'ya dönünce, uzayda zamanın genleşmesi ve yavaşlaması yüzünden yer yüzünde zamanın daha hızlı geçmiş olduğunu görür. Bir tür zamana yolculuğu yapmıştır gibidir âdetâ (3) .

Fosilbilim ve Yerbilim, bizlere uzak geçmişte dev insanların ve dev yaratıkların yaşamış olduklarını maddî kanıtlaryla birlikte ve çok açık bir biçimde göstermektedir. Örneğin yetmişli yıllarda Nairobi Doğal Bilimler Müzesi Müdürü olan Prof. Jonathan Leakey'nin, henüz genç bir öğrenciyken yaptığı buluş. paleontoloji tarihini alt üst eder bir niteliktedir: Redaksiyonu bize ait olan 1974 Türkçe bir çeviride, bu konuda şu bilgiler yer alır; "Genç Leakey, Olduvai George dağının geçitlerinden birinde, dimdik bir yamacı tırmanırken ansızın karşılaştığı bir nesne yüzünden nerdeyse dengesini yitiriyormuş. Ufalanmış taşlarla karışık kumların arasında oldukça büyük bir kemiğin ucunu görmüş. Kemiği çekerek , çıkarmış ve dişleri insan parmağı büyüklüğünde, koskocaman bir çene kemiğiyle karşılaşmış.
Jonathan o zamanlar, henüz bir lise öğrencisidir ve dolayısıyla bilimsel bilgisi de pek derin değildir. Buna rağmen sağduyusu, onu buluşunu önemsemeye zorluyor. Hemen babasına koşuyor ve çene kemiğini gösteriyor. Babası kemiğin bulunduğu yere geldiğinde, yaşamının en büyük sürpriziyle karşılaşıyor. Gerçekten de çene kemiği dev bir Pavuana'ya, irilik bakımından yaşayan ve yaşamış gorillerin tümünden de üstün, aşağı yukarı beş yüz bin yıl önce soyu tükenmiş bir hayvana aittir. Bilim, bu rastlantı ve buluştan önce bu yaratık türünü tanımıyordu." (4)

Dişleri bir insanın parmakları iriliğindeki bir insanımsının ağırlığı ve boyu posu konusunda bazı kestirmelerde bulunmak zor değil. Bilim bugün bir T-Rex'in azı dişinden hareketle , onun mide suyu analız raporunu çıkaracak kadar gelişmiş bulunuyor. Yukardaki gerçek öykü, daha sonra bilim yazarları ve doğa bilimciler tarafından King Kong ile Karşılaşma biçiminde anılacaktır. Olduvai George Pauvana'sının, King Kong filmlerinde düşlendiği kadar iri olması beklenemezdi. Biyolojik birimlerin fizik yapıları da bilim yasalarına boyun eğmek zorundadır. Gerçi bu, o yaratığın içinde bulunduğu ortamla da doğrudon ilişkilidir. Örneğin bugün yeryüzünde bulunan en iri hayvan türünün okyanuslarda yaşayan mavi ve Beyaz Balinalar olduğu bilinmektedir. Bugün okyanuslarda yaşayan bir Orca'nun yanında değil bir fil, tarihöncesi yaşamış bir mastadon bile, küçük bir kızçocugunun taşbebeği gibi kalır. Fosilbilim uzak geçmişte yaşamış otuz metreden fazla uzunlukta bir balinanın kemik kalıntılarından da haberdardır. Burada tuzlu suyun, tatlı suya oranla daha fazla olan kaldırma gücü işe karışmakta ve tonlarca ağırlıktaki canlı kütleler, deniz suyunun kaldırma gücü yardımıyla gezegenimizin çekim gücüne kolaylıkla karşı koyabilmektedir. Filmde düşlendiği gibi, aşırı büyüklükte, sekiz buçuk metre yüksekliğinde ve tonlarca ağırlıkta, yer yüzünde hemen hemen hiç kaldırma gücü olmayan atmosfer içinde yaşayan dev bir goril, mimarlık ve mühendislikteki "statik hesaplarına" aykırıdır. Çünkü, canlıların iskeletinin kendi ağırlıklarını taşıma kapazitesi belli bir dereceye kadardır. Belli bir derecenin üstündeki yükü, calsiyum tuzları ve tutkaldan ibaret olan insan ve hayvan kemiklerinin taşıması olanaksız görünmektedir. Olduvai George Pauvana'sı gezegenimizin tarihinin başlangıcından bu güne kadar yaşamış gorillerin büyüme sınırını gösteriyor gibidir. .

DEV ADAMLAR ANADOLU'DA!
Uzak geçmişte devsel humanoid ve homo sapiens'lerin de yaşadıklarına dair bir başka bilimsel kanıt da ülkemizde, Fırat Havzasındaki bir yol yapımı sırasında ortaya çıkmıştır: Bu konudaki kayıtlı nesnel bilgiler şöyle; "Ellili yıların sonlarına doğru Türkiye'nin güney doğusunda yer alan Fırat Vadisinde, bir yol yapımı çalışması sırasında içlerinde dev insanlara ait iskelet kalıntılarının bulunduğu çok sayıda mezar ortaya çıkarıldı. Bu mezarardan birinde ele geirilen ve bir insana ait olduğu anlaşılan bir üst bacak kemiğinin uzunluğu tam 120 cm'di. Mt.Blanco Fosil Müzesi Müdürü Joe Taylor, bu iskeleti tamamlama görevini üstlendi ve iskeletin bütünü oluşturulduğu zaman; bunun, boyu 4.27 - 4.88 mt. aralarında dev bir ınsana ait olduğu görüldü.. Buna benzer devsel insan iskeletlerine, GüneyAmerika'da, Patagonya ve Arjantin'de ve Batı Amerika'nın bazı bölgelerinde de rastlanmıştır (5).

Geçmişte devsel insanların yaşadıklarına dair en eski paleontolojik bilglere: The Morning of the Magicians adlı kitapta da rastlanır. 1974 yılında yetersiz ve yanlışlarla dolu bir Türkçeyle dilimize de aktarılmış olan bu fantastik realist kitabın yazarlarından ve bu akımın öncülerinden Araştırmacı Yazar Louis Powels, Hitler'in danışmanı ve yakın arkadaşı olan Prof. Horbinger'in "İçi boş Dünya" kuramından söz ederken, dev yaratıkların var oluş nedenleri üzerinde de kapsamlı bir biçimde durmuştur. Bilindiği gibi, bugün bize azıcık uçuk gibi görünen Horbinger, gezegenimizin bu dönemde sahip olduğu Ay'ın ilk değil, bütün çağlar boyunca dördüncü uydu olduğunu ileri sürmüştür. Kuramı azıcık akıl dışı gibi görünse de Horbinger'in görüşü büyümenin ekolojik koşullarla ve özellikle de gezegenin çekim gücüyle çok yakından ilgili olduğunu açıklaması bakımından dikkat çekicidir; "Ay, yörüngesi üzerinde dönerek Dünya'ya bu gün olduğundan altı kez daha fazla yaklaştıktan sonra, birkaç yüzbin yıl süren yeni bir dönem başlar. Uydunun çekim gücü, gezegeninkini azaltır ve yaratıkların büyüklüklerini denetleyen bu yeni çekim gücü , ancak taşıyabildikleri oranda .büyümelerine izin verir. Bu yüzden Ay'ın Dünya'ya iyice yaklaştığı bu dönem bir devleşme ve büyüme dönemidir. Birinci zaman sonu; koskocaman bitkiler ile dev böceklerin egemen olduğu bir çağdır. İkinci zaman sonunda ise; diplodocus'lar, iguanador'lar ve otuz metre boyunda yaratıklar, apansız oluşan mutation'lar (dönüşüm)gözlenebiliyor. Çünkü kozmik ışınlar aşırı derecede artmıştır. Yaratıklar, ağırlık ve hantallıklarından kurtularak, boy atmaya başlıyorlar..." (6).

Peter Jackson, kendi çektiği King Kong'da öbür King Kong filmlerinin tersine bu dev böcekler bahsinin altını çizer. Filmin bir bölümünde, Kafatası Adası'na giden serüvencilerden biri, nerdeyse birer kurt köpeği iriliğindeki dev böceklerin saldırısına uğrar. Horbinger'ın düşsel kuramını bir yana bırakıp da, bütün bu anlattıklarımızın ışığında King Kong'a dönecek olursak, bu ölçülerde bir yaratığın var olalabileceği pek de bilimsel gerçeklerden uzak değilmiş gibi görünüyor. Belki düşlenen boyutlarda değil, ama buna yakın ölçülerde... Bilim, hayal gücünü kullanmaksızın bir adım dahi yerinden kıpırdayamaz. Ama öte yandan bilimin yasaları, laboratuvar deneyi gerçekleştikten ve olgu, bilimsel bir ilkeye bağlandıktan sonra artık hayal gücünün kulanımını olanaksız kılar. Cooper ile Wallace, bilimsel bulgu ve verilerden hareketle hayal güçlerini harekete geçirmişler ve sonunda King Kong'a varabilmeyi başarmışlardır. King Kong (2005)'in fragmanını internetteki resmî sitesinde seyrettiğimde gördüm ki; Peter Jackson'ın filmi, Cooper ve Wallace ikilisinin 1933'teki kurgularını çağdaş sinemanın teknolojik olanaklarından yararlanarak daha da ileri götürmüş bulunuyor. King Kong (2005)'u; bilim ile bilimge arasında var olan, fakat her iki alana da yabancı duranlar için görülmesi pek de kolay olmayan organik bağların anlaşılması yolunda genç kuşak için yeni ve yetkin bir adım olarak düşünebiliriz.

Sanat yapıtlarından bir "yarar" bekleyenlerin mezhebinden olduğumuz için, şu soruyu yüreklice kendimize sormalıyız; Ne işe yarar bu tür filmler?
Abert Einstein, bu soruya şöyle karşılık veriyor: "Imagination is more important than the knowledge, because knowledge is limited.- Hayal edebilme gücü , bilgiden çok daha önemlidir, çünkü bilgi sınırlıdır."













Dipnotlar:
-------------------------------------------------------
(*) Bilimge; günümüzde bu makalenin de yazarı olan Zühtü Bayar tarafından, bilimkurgu betimlemesinin yerine önerilen ve kullanılan bir sözcüktür...
(1) "King Kong (1933) üstüne daha ayrıntılı bilgi için bkz. "Bilimge Ansiklopedisi", "Bilim ve Ütopya",S.129, Mart 2005
(2) İbid.
(3) LEM,Stanislaw: "Yıldızların Dönüşü-Returne des etoiles", Çev.A.Kayabal,Baskan Bilimge Dz.-16,İst.,1984.(Türkçe'deki çeviri, Fransızcadan yapılmışıtır. Asıl adı "Powrot s gwiazd",(1961) olan yapıt, İngilizceye: "Return From the Stars", (1980) adıyla aktarıldı.(4)POWELS,L.-BERGIER,J.;"The Morning of the Magicians",(Le matin de magıcıans),Çev.,Anthony Gibbs & Philips, Mayflower Books Ltd.GB,1971, sf.161; "Evrenin Sahipleri",Çev.N.Önol, Altın K.Y.,İst.,1974
.(5) "Giant Humans in the Past-Genesis Park",Internet.Mamma
(6) KOLOSIMO,Peter: "Zamansız Dünya" (Terra Senza Tempo",Çev. N Önal,Altın K.Y.,İst,1974,sf.25. (Bu yazıyı kaleme alırken, yirmi dokuz yıl önce redakte ettiğim metni tekrar gözden geçirerek, yenileştirme gereğini duydum.)


---------------------------------------------------------------------------
Editörün notu: Her ne kadar yazıyı çok beğensem de Zühtü Bayar'ın Yüzüklerin Efendisi hakkındaki görüşlerine katılmadığımı, ama yine de üstadın düşüncelerine saygı duyduğumu belirtirim...
Metin Demirhan

NOSTROMO GÜNLÜKLERİ ANA SAYFA:
www.nostromogunlukleri.blogspot.com

Hiç yorum yok: